Merkez Bankasının geçtiğimiz gün aldığı zorunlu karşılık artırma kararı ile piyasadan bankacılık sektörü kanalı ile 10 milyar TL’ye yakın para çekmesi bekleniyor. Bilindiği üzere, Merkez Bankası Aralık ayının sonunda da benzer bir karar almış ve piyasadan yine bankacılık kanalı ile yaklaşık 8 milyar TL likidite çekme yoluna gitmişti. Eski bir Merkez Bankalı olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki bu kararların amacı kredi ve mevduat faizlerini etkilemektir. Yani bankacılık kesiminin elindeki likiditeyi kısarak, kredi verilebilir fon miktarını azaltmak ve bu sayede de kredi faizlerini yükseltmek hedefleniyor. Tabi yükselen mevduat faizleri ile de tüketimin azaltılması ve tasarrufun artırılması hedeflenmekte. Peki Merkez Bankası neden kredi ve mevduat faizlerini yükseltmek istiyor? Çünkü merkez bankası kendi enflasyon hedefi açısından önemli bir risk olarak gördüğü iç talep genişlemesini engellemek istiyor. Aslında yaklaşan seçimler öncesi hükümetin kamu harcamalarını artıracağını düşünürsek, Merkez Bankasının ekonominin özel sektör bacağını soğutmaktan başka çaresi kalmıyor. Ancak tam da bu noktada, Merkez Bankası ve ülke ekonomisi açısından bir problemle karşı karşıya kalınması söz konusu. Konuyu risk yönetimi kavramı çerçevesinde ele alıp inceleyelim.
Merkez Bankasının bir misyonu var. Misyonu fiyat istikrarını sağlamak. Bu misyon çerçevesinde enflasyonu orta vadede %5 düzeyinde tutmak hedefleniyor (2011: %5,5, 2012: %5, 2013: %5). Bu hedeflerin gerçekleşmesini engelleyen her tür iç ve dış risk, Merkez Bankasının “stratejik riskleri” olarak tanımlanıyor. İşte iç talepte yaşanacak kontrolsüz bir artış, hükümetin kamu harcamalarını artırması, dünya genelinde emtia ve işlenmemiş gıda fiyatlarındaki artışlar da Merkez Bankası açısından stratejik risk grubundaki olaylar. İşte Merkez Bankasının, kredi ve mevduat faizlerini artırmadaki amacı bu riski yönetmek. Çünkü Merkez Bankası biliyor ki, yaklaşan seçim öncesi farklı kanallarla hükümet piyasaya likidite verecek. Hane halklarının cebine para girecek. Bu durum da iç talebi artıracak ve ekonomi ısınacak. Buraya kadar Merkez Bankası kendi amaç ve hedefleri doğrultusunda haklı gözüküyor. Ancak risk yöneticileri bilirler ki risk yönetimi bir ayna gibidir. Aynanın birde öteki yüzü vardır. Şimdi öteki yüze biraz yakından bakalım.
“Sistemsel risk” veya “sistemik risk” dediğimiz bir diğer risk türü vardır. Bir kurum açısından sistemsel risk gerçekleştiğinde, o kurumun içinde bulunduğu sektörün tümü etkilenir. Örneğin, 2000 Kasım ayında yaşanan gelişmeleri hatırlayalım. O dönem, bazı bankaların manipülatif girişimleri sonucunda yükselen faizlere Merkez Bankası müdahale etmemişti. Yani piyasaya likidite vermeme kararı vermişti. Merkez Bankası o dönem yürürlükte olan Stand-By anlaşması gereği, Net İç Varlıklar (NİV) hedefini tutturmak ve likiditeyi sınırlamak hedefi ile hareket etmekteydi. Merkez Bankası stratejik riski olan “NİV artışını” önlemek amacı ile piyasaya likidite sağlamama yolunu seçti ve sonuç: bankacılık sistemi birbirlerine olan yükümlülüklerini ödeyemeyen bankalar nedeniyle kilitlendi, gecelik faizler korkunç düzeylere çıktı, birileri vurgun yaptı, gerçekten bankacılık yapan, devlete güvenip hazine kağıtlarına yatırım yapma yolunu seçmiş bazı bankalar iflas etti. Sektör bütünüyle olumsuz etkilendi. 2001 krizine giden yol açılmış oldu. Yani özetle, Merkez Bankası kendi stratejik riskini yönetirken, etkisi çok daha dramatik olan sistemsel riskin gerçekleşmesine yol açtı.
Gelelim bugüne. Durum belki 2000′li yılların başından çok farklı. Evet çok daha güçlü bir bankacılık sistemimiz var. Evet, çok daha istikrarlı bir siyasi yapı söz konusu. Evet, pek çok neo-liberal reform gerçekleştirilmiş durumda. Kırılganlıklar oldukça düşük seviyede. Ancak, dünya ekonomileri halen çalkantıdan kurtulabilmiş değil. Önümüzde kritik bir seçim süreci var. Toplum siyasi gelişmeler yönünden adeta kamplaşmış durumda. Ayrıca, geçtiğimiz seneleri iyi karlarla kapatan ve krizde ayakta kalan bankacılık sektörünün aksine, reel sektör halen ciddi riskler altında. Bir tarafta AB ve ABD’nin dış talepteki durgunluğu, diğer tarafta Çin kökenli rekabet baskısı ve dünya ekonomilerindeki belirsizlikler reel sektörün karşısında en büyük stratejik riskler olarak duruyor. Merkez Bankası, reel sektörün zaten kolay finansman sağlayamadığı böylesi bir dönemde, faizleri yükseltmeye çalışarak reel sektör açısından önemli bir sistemsel riski su yüzüne çıkartıyor. Üstelik de işsizliğin korkunç boyutlarda olduğu bir dönemde. Bu durum, Merkez Bankasının kamu harcamalarının ciddi boyutlarda artacağına ve bütçe disiplininden önemli ölçüde sapılacağına dair bir beklentiye sahip olması nedeniyle söz konusu olduysa bile, piyasada özellikle bankacılık kesiminde Merkez Bankasının bu kararları bilinçli ve kendinden emin olarak vermediği yönünde bir beklenti hakim.
Öncelikle Merkez Bankası risk yönetiminde “vade” kavramına dikkat etmeli. Alınan kredi ve mevduat faizlerini artırmaya yönelik kararlar ile beklenen kamu harcamalarındaki artışlar; a) kısa vadede ne etki yaratacak? b) orta vadede ne etki yaratacak? MB ne düşünüyor, ne bekliyor? Bu kararların reel sektöre kısa ve orta vadeli etkileri neler olacak? İşte MB Yönetiminin şeffaflık ilkesi gereği çıkıp, bu konuya ilişkin açıklama yapması gerekiyor (eğer bu konuda bir bilimsel araştırma yapılmış ise). Ancak hem reel sektörde, hem de bankacılık kesiminde Merkez Bankasının bilinçli ve planlı değil, deneme-yanılma yolu ile hareket ettiği yönünde bir inanç oluşmaya başlamış durumda. Kısa vadede ve teorik olarak kamu harcamalarının artışı, faiz artışları ile dengelense bile, reel sektörün finansman maliyetlerindeki artışlar, hele de dış alemdeki belirsizlik ve kırılganlıklar göz önünde bulundurulduğunda, orta vadeli önemli bir sistemsel riske işaret ediyor.
Özetle, yağmurdan kaçarken doluya tutulmamak için, veya kaş yaparken göz çıkarmamak için Merkez Bankamızın çok boyutlu bir kurumsal risk yönetimi anlayışını benimsemesi ve iyi kurumsal yönetim ilkeleri gereği, en önemli paydaşlarından olan Bankacılık Kesiminin ve Reel Sektörün, kendi politikalarına karşı şüphelerini ortadan kaldıracak açıklamaları en kısa sürede gerçekleştirmesi gerekiyor. Stratejik risklerini her zaman iyi yönettiğini düşündüğüm Merkez Bankasının, sistemsel riskleri, özellikle de reel sektörle ilgili olanları da göz önünde bulundurması gerekiyor.