Döviz kurlarından yakınmayan yok. İhracatçılar, ithalatçılar, turizmciler, sanyiciler, vs. Kimseyi memnun etmek mümkün değil. Geçen gün görüştüğüm ve mali danışmanlık yapan bir arkadaşım danışmanlık yaptığı şirketlerden birinde yaklaşık 3 sene önce yaşadığı ilginç bir olayı anlattı. Danışmanlık yaptığı şirketin yönetim kurulu başkanı kendisinden şirketlerinin kur riskini tespit etmesini istemiş. Danışman arkadaşım da bununla ilgili olarak bir çalışma gerçekleştirmiş. Şirket bir holding ve 3 ayrı şirketi bünyesinde barındırıyor. Danışman arkadaşım bu üç şirketin değerlendirme yaptığı tarih itibariyle mali tablolarını konsolide etmiş. Konsolidasyon esasen zahmetli bir iş. Hesap hesap detaylı bir çalışma yapmışlar. İlgili hesapları birleştirmişler. Tüm şirketlerin konsolide bazda açık pozisyonunu tespit etmeye çalışmışlar.
Bilindiği üzere açık pozisyon bir şirketin varlıklarıyla yükümlükleri arasında ortaya çıkan para birimi uyuşmazlığı olarak tanımlanıyor. Örneğin bir şirketin toplam yükümlülüklerinin 100 milyon dolar ve 50 katrilyon lira buna karşılık varlıkları 50 milyon dolar ve 80 katrilyon lira olduğunu düşünelim. Burada herhangi ciddi bir açık yok gibi görünmekle birlikte dolar yükümlülükleriyle dolar varlıkları arasında açık pozisyon oluşmuştur. Türk Lirasının devalüe edilmesi veya değer kaybetmesi halinde bu şirket dolar yükümlülüklerini karşılayamayacak duruma düşebilir.
Danışman arkadaşım toplam bir açık pozisyon rakamına ulaşmış. Şirket sahibine kurun aşağı gittiği yani YTL’nin döviz karşısında değer kazanması halinde kazançlı olacağını, kurun yukarı çıkması halinde ise büyük zararlar edebileceği, hatta iflasa sürüklenebileceği uyarısında bulunmuş. Bu danışmanlık çalışmasından bir süre sonra yeniden karşılaşmışlar. Şirketin yönetim kurulu başkanı kurlardan sürekli şikayet ediyormuş. Kurların düşme eğiliminde olduğu bir dönemmiş. Danışman arkadaşım tabi hayretler içinde. “Sayın başkan neden şikayet ediyorsunuz? Önemli bir kur riski (açık pozsiyon riski) taşıyorsunuz ve kurların aşağı yönlü hareketinden ciddi fayda sağlıyorsunuz. Ne olursa olsun sevinmeniz lazım”. Aldığı cevap ilginçmiş. Yönetim kurulu başkanı, şahsi varlıklarının ve yatırımlarının dövizde olduğunu söyleyerek, zararda olduğunu söylemiş.
Bilindiği üzere kur riski, parite riski ile birlikte döviz riski dediğimiz bir ana risk kategorisini oluşturmaktadır. Parite riski de, bir şirketin döviz portföyünde mevcut olan yabancı paraların çapraz kurlarında (parite) meydana gelen değişimlerden kaynaklanabilecek zarar olasılığıdır. Bu bağlamda döviz riski dediğimiz konu değerlendirilirken, genellikle kurlardaki değişimin şirketin mali tabloları yani mali yapısı üzerine olan etkilerine odaklanılır. (kur + parite riski).
Kur riski, iş aleminin kurlardan şikayeti gibi konular bağlamında gelişen sohbetimiz esnasında anlatılan bu olay benim kur risklerine ilişkin farklı bir konuyu düşünmeye başlamama neden oldu. Bilindiği üzere en basit şekilde kur riski ölçümü, kur riski oranının hesaplanması ile gerçekleştirilir. Kur riski oranı, toplam döviz cinsi varlıkların, toplam döviz cinsi yükümlülüklere oranı şeklinde hesaplanan ve mevcut riskin büyüklüğünü gösteren basit bir ölçüttür. Daha gelişmiş teknikler bulunmakla birlikte, geçmişte özellikle bankacılık sektöründe uzun yıllar kullanılmıştır. Basit bir denklemle göstereck olursak;
Kur Riski Oranı= (Döviz mevcutları + Döviz Alacakları) / (Döviz borçları + Döviz Taahütleri) şeklinde ifade edilebilir. Örneğin bildiğimiz kadarı ile bankacılık sektöründe bu oran 0.8 ile 1.1 değerleri arasında olmak zorundadır. Elbette, pek çok farklı sektör ve bu sektördeki pek çok farklı şirket için bu oran özelleştirilebilir. Bu özelleştirmede, döviz gelirleri, giderleri, yabancı Pazar pozisyonu, hammedde ve ara malı ithalat bağlılık oranları gibi değişkenler dikkate alınır.
Bu kısa teorik bilgilendirmeden gelmek istediğim noktaya geri dönersek, arkadaşım ile kur riski, iş aleminin kurlardan şikayeti gibi konular bağlamında gelişen sohbetimiz esnasında anlattığı bu olay (şirket yönetim kurulu başkanının şahsi varlıklarının dövizde olması) benim kur risklerine ilişkin farklı bir konuyu düşünmeye başlamama neden oldu. Konu kısaca şu; şirketlerin bilançolarıda görülen pozisyonların gerçeği tam olarak yansıtmayabileceği kanaatindeyim. Yani Türkiye’de kur riski bağlamında hesaplanan şirketlerin toplulaştırılmış açık pozisyon risklerinin aslında hesap edilenden düşük olma ihtimali var.
Bunun birkaç sebebi var. Ancak en öncelikli olanları kayıt dışı ekonomi ve vergisel etkiler ile Türkiye’de şirket mali yönetimlerinin düşük kurumsallık düzeyi. Bu iki faktör bağlamında söylemek istediğimiz şey şu; özellikle aile şirketi olan KOBİ’ler bağlamında, KOBİ sahiplerinin döviz varlıklarının bir kısmını ticari aktiviteye dahil etmeyerek (bilanço dışında tutarak) şahsi yatırım olarak veya yastık altında değerlendirdiği kanaatindeyim. Bu şekilde döviz varlıkları şirkete sermaye olarak değil borç olarak sağlanabiliyor. Yani bu hesaplardan şirkete kredi açılabiliyor. Bu tür bir durum hem şirketin (sahiplik ve yönetimin aynı olduğu aile şirketi KOBİ’lerinde) açık pozisyon riskini azaltıyor (borç veren- borç alan aynı kişi olması durumu), hem de bir tür vergiden kaçınma imkanı sağlıyor. Nasıl mı? Şu şekilde:Kur zararları şirketler tarafından gider gösterilip, kazanç azaltıcı unsur olarak kullanılabiliyor (mali karı azaltma). Öte yandan şahsi hesaplardaki kur kazançları gelir olarak bildirilmiyor. Yani kurnaz bir vergi planlaması ile, Türkiye gibi yüksek cari açığa sahip bir ülkede dövize talebin yüksek olacağı ve dövizin ileride yükseleceği varsayımı altında, dövizi ticari varlık olarak değerlendirmeyip, şahsi varlık olarak tutmanın çok yaygın olduğu düşüncesindeyim. Bu işin kayıt dışılık kısmı. İşin düşük mali kurumsallık kısmına bakıldığında ülkemizdeki KOBİ’ler bağlamında şirket sahibi ve yöneticileri çoğunlukla aynı kişiler. Döviz varlıklarını şirkette tutmak veya bireysel hesaplarda tutmak pek fark etmiyor. Varlıklari gerektiğinde şirketten bireysel kullanıma, bireysel hesaplardan da şirket kullanımına tahsis edilebiliyor. Bu bağlamda Türkiye’deki şirketlerin, özellikle de KOBİ’lerin bu özel durumu büyük önem taşıyor. Yönetim yapılarındaki bu ülkeye özgü koşulun da değerlendirmelerde dikkate alınması gerekiyor.
Ulaşmak istediğimiz sonuç şu: özellikle KOBİ bazlı şirketlerde kur riski, şirket sahiplerinin şahsi tasarruf tercihleri ile denegelenbiliyor. Yani Türkiye’de şirketler kesiminin açık pozisyon riski, yani döviz cinsi yükümlülüklerin, döviz cinsi varlıklarından büyük olması nedeni ile kurdaki yükselişlerden dolayı zarara uğrama durumunu değerlendirilirken bizce bu hususun dikkate alınması gerek. Başka bir deyişle, özellikle KOBİ’ler tarafında şirket sahiplerinin bireysel döviz pozisyonlarının, şirketlerdeki açığı dengeliyor olma ihtimalini göz ardı etmemek gerekiyor. Elbette bu tür bir bakış açısı muhasebesel değil, iktisadi bir bakış açısı olacaktır. Bu halde, şirketlerin açık pozisyonlarına bakarken;
-
Yabancı para borçlar içinde ortaklara olan yabancı para borçların durumu
-
Açık pozsiyon kaparken, veya yabancı para borç vadeleri geldiğinde, şirketin zor durumda kalması halinde ortağın (KOBİ’lerde genellikle aile bireyleri) devreye girerek gerekli ödemeleri şahsi pozisyonundan yapacak olma ihtimali
-
Döviz Tevdiat Hesapları (DTH) içinde tüzel kişilerin ve şahısların payı ile, şirket sahibi özel kişilerin payı dikkate alınmalıdır. Konuyla daha fazla ilgilenmek isteyenlerin bu konuda bazı istatistiklere ulaşması mümkündür.
Kanımızca bu şekilde yapılacak bir değerlendirme sonucunda, bahse konu şahısların döviz varlıklarını, şirketlerin döviz açıkları ile birlikte değerlendirmenin, kur hareketlerinin reel sektör üzerindeki toplam etkisini daha sağlıklı değerlendirmeye imkan vereceği kanaatindeyiz.
Arkadaşımın anlattığı olay bağlamında, sayın holding yönetim kurulu başkanının kurlar düşerken, olaya şirketinin açık pozisyonu açısından bakmayıp, şahsi varlık pozisyonu çerçevesinden bakarak yakınması da bu görüşümüzü doğrular niteliktedir. Demek ki açık pozisyonun YTL değerinin azalmasından kaynaklanan kazanç, şahsi varlıklardaki değer düşüklüğünden kaynaklanan kayıp ile karşılaştırıldığında düşük kalmaktadır. Yani ciddi boyutta bir şahsi döviz pozisyonu bulunmaktadır. Reel sektörde, özellikle de KOBİ’ler bağlamında bu eğilimin çok daha yüksek olabileceği düşüncesindeyim.
Bu konuyu tartışılmaya değer buluyor, meslektaşlarımın konuya ilişkin görüş ve önerilerini bekliyorum.