Koronavirüs hayatımızda maske dönemini başlattı. Dünyada sadece işçiler ve ninjalar tarafından yaygın olarak kullanılmakta olan bu araç, artık hepimiz tarafından kullanılıyor. 2023′e kadar da kullanmaya devam edeceğiz gibi gözüküyor. Peki, dünyada milyarlarca insanın kullandığı bir ürün, şirketler açısından bir fırsat alanı değil mi? Bu alanda büyük karlar olması beklenebilirmi?
İşin ilginç tarafı maske işi sanıldığı kadar karlı bir iş değil. Evet talep inanılmaz ama arz da o ölçüde inanılmaz boyutta. Dev şirketlerden, merdiven altı üreticilere, tekstilcilerden, perakendecilere kadar herkes bir ölçüde işin içinde. Maske piyasası, sürekli gelen yeni oyuncular ile artık bir Tam rekabet piyasasına doğru gidiyor. Bir diğer ifade ile şiddetli rekabetin yaşandığı, fiyat rekabeti içindeki binlerce firmanın minimal karlar için mücadele ettiği bir pazar. Kim Chan ve Rene Mauborgne’nin Mavi Okyanus Stratejisi kitaplarında belirttikleri “kızıl okyanus”. Yani rekabetin kıyasıya yaşandığı, tüm rakiplerin birbirlerini ısırdıkları, kanlı bir okyanus.
Ürüne baktığınızda özellik arz eden N veya FFP kodlu maskeler hariç hemen hemen tüm ürünlerin aynı özelliklerde olduğunu görüyorsunuz. Üretmek için kullanılan hammaddeden, üretim tekniğine ve kullanım şeklinde kadar hepsi birbirinin kopyası. Farklılık çok az. Bu farklılıklar minör olduğundan tüketiciyi de etkilemiyor. Tüketici bu kızıl okyanusta alışveriş yaparken, sadece fiyata bakıyor. Biraz da ürün yorumlarına. Dolayısı ile fiyat rekabeti, bir süre sonra bu firma karlarını minimize edecek. Talebin de azalması ile kan gövdeyi götürecek.
Aylardır takip ediyorum, ülkemizde maske konusunda bir tane bile inovasyon görmedim. Belki de ben fark etmemiş olabilirim ama benim gözlemim bu. Yurt dışında bile çok fazla inovasyon yok. Birkaç teknolojisi filtresi değişir, tasarımı çarpıcı maske hariç ciddi bir inovasyon yok. Onlar da satın alınabilir makul fiyat skalasında değiller. Oysa ki bu piyasada farklılaşmak çok şey kazandırabilir. Hele de böyle güçlü bir talep varken.
Peki neden kimse bu büyük ve güçlü pazarda inovasyon yapamıyor? Örneğin, 3 katlı maske yerine 4 katlı üreten bir firma olsa, sanırım piyasadan birkaç ay en büyük pastayı kapar. Diğerleri uyanana kadar. Ya da iç kısımda terleme yapmayan, ağıza yapışmayan maske. Işığa göre renk değiştiren maske. Belirli bir şekilde kişiye özel isim-soyad veya baş harfleri içeren maskeler, Kendi kendini temizleyen nano maskeler, uçucu yağlar ile kullanılabilen maskeler vb.
Daha yüzlerce aklımıza gelmeyen farklılaşma mümkün. Ama yapılmıyor. Neden?
İşte bu sadece maske sektörünün değil hemen hemen emtialaşmış tüm sektörlerin sorunu. Otomotiv, mobilya, tekstil, hızlı tüketim, vb. Hepsinde de ürünler, tasarımlar, faydalar, müşteri deneyimleri çoğunlukla benzer. Rekabet fiyat veya kulaktan kulağa referanslar bazlı yapılıyor. Müşteri kararını bunlara göre veriyor. Farklılık ortaya koyabilen yok. Bu da karların orta vadede erimesi demek. Üstelik de pek çok yeni start up rakip olarak geliyor. Örneğin eskiden bir otomotiv üreticisi için bisiklet veya elektrikli scooter üreticisi rakip değildi, şimdi rakip. Sadece elektrikli otomobil üreten firmalar var.
Bu emtialaşmış tam rekabet piyasasından sıyrılmak için farklı olmalısınız. Farklılaşmak zorundayız. Ne üretiyorsak, ne sunuyorsak, bunu farklılaştırmaya çalışmalıyız. Kim Chan ve Rene Mauborgne’nin Mavi Okyanus Stratejisi kitaplarında belirttikleri Mavi Okyanus’u, Seth Godin’in yirmi sene önce ortaya attığı “Mor İnek”leri oluşturmak zorundayız. Aksi halde emtialaşma bizi maliyet baskıları ve fiyat rekabeti ile baş başa bırakacak. Öyle çok firma tanıyorum ki, %9-10 Ebitdalar, %1-2 net karlar ile bıçak sırtında gidiyor.
Peki neden ülkemizde firmalar farklılaşmaktan korkuyorlar?
1- Farklılaşma, yeni şeyler denemek, mevcudu terk etmek anlamına geliyor. Bu statükocu şirketleri ve yöneticileri çok korkutuyor. Eski önemleri ve güçlerini kaybedeceklerini düşünüyorlar. Güvenli bir yol olmadığını düşünerek, bugüne kadar yapılanın en doğru olan şey olduğuna inanıyorlar.
2- Farklılaşmak için inovasyona ihtiyaç var. Bu topraklarda inovasyon kolay değil. Eleştirel ve özgür düşünce, yaratıcı düşünce, tasarım odaklı düşünce perspektifleri eksik. Okullar ve şirketler bu eksikliğin yaşandığı yerler. İnovasyon olması için, inovasyon kültürüne ihtiyaç var. Şirketler ARGE departmanı kurup devletten destek almayı inovasyon sanıyorlar. Oysa inovasyon bambaşka bir konu. Şirketlerin gider süreçlerine odaklanmak yerine, inovasyona odaklanması ve farklılaşmaları yeni dönemde kazandıracak, ama bunun kaç şirket farkında? Şirketlerin şu sorulara cevap bulması gerekiyor; inovasyon kapasitemiz ne? İnovasyon süreçlerimiz etkili mi? Kültürümüz buna uygun mu? Organizasyonumuz ve yönetim tarzımız buna yatkın mı? Eğer değilse, isteseniz de farklılaşmanız mümkün olamıyor.
3- Farklılaşma, yeni pazarlar, yeni trendler, yeni segmentler, yeni kullanım alanları, yeni iş modelleri, yeni süreç tasarımları anlamına geliyor. Bu konulara yatırım yapmak, fazlaca uzun süreli bir çalışma gibi algılanıyor. Geri dönüşün uzun olacağı düşünülüyor. Oysa değil. Bir aydan, birkaç seneye kadar farklı inovasyonlar yapılabilir. Dönüşü hızlı olan onlarca inovasyon ortaya koyulabilir. Bu noktada dış uzmanlık ve doğru danışman desteği önem taşıyor. Şirketlerin inovasyon kapasiteleri, süreçleri ve kültürlerini dışarıdan bir uzmana değerlendirtmeleri çok faydalı olacaktır.
Sizde emtialamış bir piyasadaysanız, COVID-19 sonrası dönemde, ki buna VUCA dönemi diyoruz, farklılaşamamanın düşük veya sıfır kar anlamına geldiğini lütfen unutmayın. Strateji artık maliyet liderliği veya odaklanma yerine, farklılaşma ile yapılıyor. Herkesin yaptığı işleri yapıp, farklı mali sonuçlar beklemek hayalcilik. Yapay zeka, IoT ve dijital iş dünyasında, eski usuller ve inançlar ile şirket yönetmek, tam rekabet piyasasında kızıl okyanuslarda yüzmek, eninde sonunda bir köpekbalığına yem olmak demek.
Şirket Yönetim Kurulları bu anlamda, inovasyon ile farklılaşmayı icra kurullarından ve üst yöneticilerden açıkça talep etmeliler.