Havayolu Şirketleri ve İç Denetim

İspanya ve Kırgızistan’da yaşanan uçak kazalarından sonra gözler havacılık sektörüne çevrildi. Bu yılın ilk 8 ayında 15, geçen yılın tamamında 12 kaza olduğu belirtiliyor. Geçen yılki bu 12 kazanın 11 tanesinin, bu yıl yaşanan 15 kazanın 7′sinin ölümle sonuçlandığı biliniyor. Bu kazalar ile ilgili ortak husus olarak bunlara ilişkin bir sebep sonuç ilişkisi bulunamıyor olunması dikkat çekiyor. Bu kazaların teknik sorunlar nedeniyle yaşandığına dair açıklamalar yapılıyor. Ancak konu insan hayatı, kayıp ise telafi edilemez olduğundan, bu “teknik sorun” açıklamaları pek de tatmin edici olmuyor.

Haberturk.com ekonomi koordinatörü Güntay Şimşek’in değerlendirmeleri de bu tespite paralel. Şimşek değerlendirmesinde havayolu şirketlerinin yönetimsel zaafiyetlerine dikkat çekiyor. Sektördeki düzenleyici ve denetleyici otoritelerin kazaların nasıl meydana geldiği ile ilgilenirken, ilgili şirketlerin nasıl yönetildiği ile ilgilenmediğini ifade etmiş. Güntay beyin tespitine tamamen katılıyor ve konuya iç denetim perspektifinden yeni bir açıklama getirmek istiyorum. Havacılık sektörü ile ilgili sadece ülkemizde değil, tüm dünyada yaşanan bu problemleri etkileyen ortak bazı konular söz konusu. Bunları makro ve mikro hususlar olarak ikiye ayırmak gerekiyor. Makro hususlar havacılık sektörüne ilişkin uluslararası örgütlerin ve yerel düzenleyici otoritelerin konuya ilişkin düzenlemelerindeki bazı eksiklikler. Mikro hususlar ise havacılık sektöründeki pek çok firmada etkin yönetişim, risk yönetimi ve kontrol süreçleri tesis edilmemiş olması. Elbette ki bunlar kişisel görüşlerimizi yansıtıyor ve bu firmaların kendi sistemlerini savunma hakları var. Ancak görüşümüzü destekleyen de bazı ciddi ipuçları var. Örneğin, World Focus Havayolları tarafından Atlas Jet’e kiralanan uçağın düşüşünü hatırlarsak, World Focus Havayolları firmasının araştırılması sonucu firmada ciddi yönetim zaafiyetleri olduğu ortaya koyulmuştu. Benzer şekilde İspanya’da düşen uçağın pilotunun uçağı arızalı olduğunu bildiği halde kaldırmaya çalıştığı söyleniyor. Bunlar iç denetçiler dışındaki kişiler için son derece sıradan tespitler olabilir, ama bizler bunların arka planında yatan sıkıntıları görebiliyoruz. Bunlar aslında çok önemli sorunlara işaret etmektedir ve bu sorunlar çözülmeden maalesef bu tür kazaların yaşanma olasılığı da düşmeyecektir. Örneğin World Focus olayının arkasında bazı kurumsal yönetim problemleri, İspanya örneğinde ise risk yönetimine dair olumsuzlukların ipuçları görülmektedir. Etkin bir yönetişim şirketin operasyonları üzerinde gözetim sağlarken, risk yönetimi ve kontrol şirketin amaç ve hedeflerine ulaşması için devreye alınması gereken araçlardır. Eğer böylesi mekanizmalar doğru tesis edilmez ise bunun sonuçları yıkıcı olabilir. Normal şirketler için iflas, maddi kayıplar veya diğer itibar kayıpları ile sonuçlanabilen bu eksiklikler, havayolu firmaları için çok daha acı bilançolara yol açmaktadır. İç denetim ise bu faaliyetlerin etkinliğini değerlendirmek ve geliştirmek yönünde işlev görür. İç denetçinin esas görevi budur. Pek çok yabancı ülke havayolu şirketinde iç denetim birimlerinin tesis edilmiş olduğu bilinmektedir. Ancak yaptığımız araştırmalar sonucu bu iç denetçilerin ağırlıklı olarak yukarıdaki alanlardan ziyade uluslararası uçuş güvenliği kuralları gibi oldukça spesifik bazı düzenlemelere uygunluk ile şirket genelinde “maliyet ekonomisi yaratma” gibi görevlere odaklandıklarını görüyoruz. Esasen ülkemizde ve yurt dışındaki tüm havayolu şirketleri arasında ve sektörün genelinde önemli bir rekabet söz konusu. Bu rekabet elbette ki maliyet baskıları yaratıyor. Müşterilerini daha düşük fiyatlar ile uçurmak isteyen şirketlerin maliyetlerini düşürmeye oldukça fazla çaba harcadıkları bir gerçek. Şirket yönetimlerinin bu maliyet odaklı bakış açısı (tone at the top) elbette ki şirketin diğer kademelerindeki idari ve teknik yöneticilere ve iç denetçilere de yansıyor. Operasyonel verimlilik öncelik haline geliyor. Bu rekabet açısından kaçınılmaz bir yaklaşım olsa da beraberinde bazı riskleri de getiriyor. Verimlilik ve ekonomiklik sağlama uğruna bu riskleri göze alan yönetimleri uyaracak tek mekanizma olan iç denetim de risk odaklı hareket etmediğinde sorunlar yaşanmaya başlıyor. Bu nedenle iç denetçilerin kurumlarında önceliğinin riskler ve risk yönetimi olması gerektiğine tekrar parmak basmak ihtiyacı duyuyoruz. Risk odaklı denetim yaklaşımı zaten bunu öngörüyor. Özellikle bazı sektörlerde, iç denetçilerin operasyonel verimlilikten önce riskler ve risk yönetimine öncelik vermeleri gerektiği görüşündeyiz. Özellikle havacılık, sağlık, ilaç, güvenlik gibi sektörlerde çalışan iç denetçilerin temel önceliği kesinlikle riskler ve risk yönetimi olmalıdır. Elbette ki operasyonel etkinlik ve verimlilik de çok önemli. Ama bu tür sektörler açısıdan risk yönetiminin öncelikle değerlendirilmesi hayati önem taşıyor. Havayolu şirket yönetimlerinin son 20 yılda karşı karşıya kaldıkları rekabet baskıları nedeni ile risk algılamaları da olumsuz etkilenmiştir. Bu şirketlerin yönetimlerinin risk algılamalarındaki ufacık gevşemeler, operasyonel düzeylerde çok büyük boşluklara yol açabiliyor. Örneğin uçak pilotları basit arızaları önemli riskler olarak görmediğinden, bu şekilde uçuşa devam etmeyi düşünebiliyor. Belki bir yıl içinde bu şekilde bin vaka yaşanıyor ama sadece bir tanesi faciaya dönüyor. Bu istatistik ise risk algılamalarının daha fazla gevşemesine veya başka bir ifade ile risk toleranslarının yükselmesine yol açıyor. Oysa yukarıda örnek olarak belirtilen sektörlerdeki firmaların risk toleransları asla yüksek olmamalıdır. İşte iç denetçiler bu risk algılamalarının doğruluğu, tolerans düzeylerinin sağlıklı olup olmadığı veya alınan risklerin bu tolerans limitleri içinde olup olmadığının değerlendirmesini yapıp, yöneticileri bunların sonuçları ile ilgili uyarırlar. Havayolu şirketlerinin iç denetçilerine oldukça fazla iş düşmektedir. Uçuş güvenliği kurallarına uygunluk ve operasyonel verimlilik iç denetim kapsamı açısından önem arz eden kontrol hedefleri olmakla birlikte, şirketlerin yönetim felsefesi ve bakış açısı (tone at the top), risk toleransı ve risk yönetimi gibi daha stratejik unsurların denetim kapsamında daha fazla yer almaları gerektiğini düşünüyoum. Ancak bu, iç denetim çabalarının daha üst düzey bir seviyeye odaklanmasını gerektirmektedir ve pek çok şirkette iç denetimin böylesi alanlara yönelmesi mümkün olamayabilmektedir. İşte tam burada havacılık sektörüne ilişkin makro unsurların devreye girerek, uluslararası ve yerel düzenlemeler aracılığı ile sektörde başta kurumsal yönetim olmak üzere, iç denetim ve risk yönetimini kuvvetlendirmeye yönelik tedbirler almaları gerektiği söylenebilir. Çağdaş uçuş kuralları ve yasal bazı düzenlemelerin kurumsal yönetimi ne denli desteklediği tartışma konusudur. Risklerin operasyonel düzeylerde yönetilmesine odaklanan bu tür düzenlemelerin, stratejik ve sistemsel risk düzeylerine yönelik de rehberlik sağlaması gerekmektedir. Belki bu şekilde havayolu şirketlerinde iç denetim faaliyetinin üst düzey yönetsel ve stratejik faaliyetleri değerlendirebilmesine engel olan kapsam sınırlamalarının önüne geçilmesi mümkün olacaktır. Bunun yanı sıra tüm havacılık şirketlerinde “uçuş güvenliği” ve “risk yönetimine” yönelik komiteler teşkil edilmesi, zaten mevcut ise, bu komitelerin de iç denetim ile sıkı işbirliği içinde olması faydalı bir uygulama olacaktır. Makro ve mikro unsurların başarılı ile harmanlanması, uluslararası örgütler ve yerel düzenleme otoriteleri ile şirket yönetim kurulları arası bir işbirliğine bağlıdır. Şirket yönetim kurulları bu düzenlemelerin gereğini yerine getirmek ve şirket risklerinin, uçuş güvenliği ile ilgili stratejik, teknik ve operasyonel olanlar da dahil etkin bir şekilde gözetimini gerçekleştirmekle yükümlü kılınmalıdır.

Bir Cevap Yazın

E-Posta adresiniz yayınlanmadı

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>


Yukarıya Git